18 Kasım 2015 Çarşamba

DİN AHLAKINI YAŞAMAKTA GEVŞEKLİK GÖSTERMEMEK, AĞIR DAVRANMAMAK


Bir müminin imanının gücü, samimiyeti ve kararlılığı Allah yolundaki ilmi mücadelesinden ve hamiyet duygusunun gücünden anlaşılır. Kişinin din ahlakı konusunda gevşek ya da şevkli olmasını, bu ilmi mücadelede gösterdiği tutum ve davranışlar belirler. 
Dinde gevşeklik göstermek, müminler arasında bulunduğu halde imani olgunluğa tam erişememiş kişilere özgü bir zayıflıktır. Gevşeklik bu kişide, zorluk anlarında geri plana çekilme, riske girmeme, nefsine bir zarar gelmesinden kaçınma, nefsinin rahat ve çıkarlarını dinin çıkarlarından önde tutma şeklinde ortaya çıkar. Rahatlık anlarında ise iman etmeyenlerin ve fitnenin varlığından rahatsız olmama, onlarla ilmi mücadele etme yönünde hiçbir düşünce ya da girişimde bulunmama, sorumluluk almaktan, nefsini sıkıntıya sokmaktan kaçınma, gelişmeler karşısında pasif ve tepkisiz kalma, ağır davranma gibi biçimlerde kendini gösterir. Bu çarpık anlayışları, bu kimselerin mantık örgülerini ve olayları değerlendirmelerini de tersine döndürür. Öyle ki, Allah yolundaki bir zorluk ve tehlikeden kaçmayı kendileri için bir kazanç, hatta Allah'ın bir nimeti olarak görecek kadar şuurları kapanmıştır:

Şüphesiz içinizden ağır davrananlar vardır. Şayet, size bir musibet isabet edecek olsa: "Doğrusu  Allah, bana nimet verdi, çünkü onlarla birlikte olmadım" der. (Nisa Suresi, 72)

Bu tür kişilerin vicdanlarını kendilerince rahatlatma yöntemleri de, zaten gerekeni yapanların var olduğunu öne sürmeleridir. Ancak zorluk ve sıkıntı atlatılıp kendilerinin hiçbir payı olmayan zafer gelince de pişmanlıklarını dışa dökerler. Müminlerin şerefli konumlarından ne kadar uzak olduklarını fark ederler:

Eğer size Allah'tan bir fazl (zafer) isabet ederse, o zaman da, sanki onunla aranızda hiçbir yakınlık yokmuş gibi kuşkusuz şöyle der; "Keşke onlarla birlikte olsaydım, böylece ben de büyük 'kurtuluş ve mutluluğa' erseydim." (Nisa Suresi, 73)

Bu şekilde ahiretleri için elde edebilecekleri çok büyük ecir fırsatlarını, üstün makamları da kaybetmiş olurlar. 

Allah mümin topluluklarında bulunan bu zayıf ve gevşek kimselerin, müminleri olumsuz yönde etkilememesi, onların şevklerini, hırs ve azimlerini kırmaması için samimi müminleri uyarır ve benzer bir yapıdan meneder:

Öyleyse sen sabret; şüphesiz Allah'ın vaadi haktır; kesin bilgiyle inanmayanlar sakın seni telaşa kaptırıp-hafifliğe (veya gevşekliğe) sürüklemesinler. (Rum Suresi, 60)

Daimi bir gevşeklik, gerçekten iman etmiş bir kimse için elbette söz konusu değildir. Ancak mümin geçici gevşekliklerden, kayıtsızlıklardan, sorumsuzluklardan, zaman zaman nefsine uyma gibi zaaflardan şiddetle kaçınmalıdır. Müminleri çeşitli konularda gevşeklikten meneden ayetlerden bazıları şunlardır: 

(Düşmanınız olan) Topluluğu aramakta gevşeklik göstermeyin. Siz acı çekiyorsanız, şüphesiz onlar da, sizin acı çektiğiniz gibi acı çekiyorlar. Oysa siz, onların umut etmediklerini Allah'tan umuyorsunuz. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 104)

Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. (Al-i İmran Suresi, 139)

Kuran'da bildirilen ideal mümin ahlakı ise, bütün hayatı boyunca, gerek sıkıntı ve zorluk zamanlarında, gerekse refah ve rahatlık ortamlarında dinin menfaatlerinden hiçbir taviz vermeyen, her durumda Allah'ın rızasını nefsinin arzularına tercih eden bir kimsedir. Hiçbir durumda, şevk ve heyecanını, kararlılığını kaybetmez, gevşeklik göstermez ve boyun eğmez.  

Bu mümin ahlakı, Kuran'da geçmiş ümmetlerden örnek verilerek şöyle tarif edilir:

Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever. (Al-i İmran Suresi, 146)

Bir başka ayette de, ahiret için ciddi çaba göstermenin değerinden bahsedilir:
Kim de ahireti ister ve bir mümin olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır. (İsra Suresi, 19)

SAYIN ADNAN OKTAR’IN ZORLUKLARA TALİP OLUNMASININ ÖNEMİ İLE İLGİLİ AÇIKLAMALARI

ADNAN OKTAR: Hay maşaAllah, Siirt’in aslanları, Güneydoğu’nun yiğit kardeşleri, bizim canımız ciğerimiz onlar inşaAllah. Gönülleri çok çok rahat olsun, çok güzel bir kurtuluşa doğru gidiyor bütün İslam ümmeti, bütün Türklük alemi, o koç yiğitler de çok rahat edecekler inşaAllah. Birbirini çok iyi sevsinler, koruyup kollasınlar, kültürlerini bilgilerini artırsınlar, her şeye çok insancıl yaklaşsınlar, gönülleri çok rahat olsun. Sonunda tam bir kurtuluşa gidecek, inşaAllah. Ama bakın ben dün mesela sabah Kuran okuyordum, baktım; hep Allah kavimlerin helaklarından bahsediliyor, işte Ad kavmi, Semud kavmi işte, Firavun kavmi Allah’ın sözünü dinlememişler, hep bir felakete uğramışlar ama Allah’ın hep aradığı bir şey var, üstünde durduğu bir şey var. Yani çile olmadan, zorluk olmadan Allah o dini kabul etmiyor. Halk arasında yanlış bir klasik geleneksel bir yapı oturdu. Zannediyorlar ki doğarlar, büyürler, okula giderler, namazlarını kılarlar, sakin halim selim bir hayatları olur. Gerekirse Avrupa’da da okurlar, bir işleri olur, evlenirler, ürerler, namazlarını kılarlar ve ölürler. Ben böyle bir hayat göremedim Kuran’da, yani gören varsa bana söylesin, böyle bir şey yok. Bilakis Allah diyor; “daha öncekilerin başına gelenler sizin başınıza gelmeden hemen cennete girebileceğinizi mi zannettiniz” diyor Cenab-ı Allah. “Onlara öyle dayanılmaz zorluklar geldi ki” (Bakara Suresi, 214) diyor değil mi, şeytandan Allah’a sığınırım. Tabii, çok şiddetli imtihanlardan geçiyor müminler. Dolayısıyla yani böyle rahat hayat herkes seçebilir, ben de yapabilirdim bunu, Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri de yapabilirdi. Bediüzzaman da yapabilirdi, değil mi? Abdulhakim Arvasi Hazretleri yapabilirdi, Ali Haydar Efendi yapabilirdi; hiçbiri yapmamışlar. “Mübarekler onlar yapsın, biz seyredelim”; böyle bir şey yok, yani onlar kendi kurtuluşunu sağlamış olur, kendi kurtulur. Yani onların bizim kurtuluşumuza bir etkisi olmaz, böyle bir şey yok. Dolayısıyla herkesin ayrı ayrı Bediüzzaman ruhunda, Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerinin ruhunda, Abdulhakim Arvasi Hazretlerinin ruhunda olması gerekir. Tabii. Ben uyarıyorum, yani bak doğrusunu söylüyorum. Çünkü Mehdiyet çağındayız, Mehdiyet çağında çok büyük olaylar var. Çok büyük çile ortamları olacaktır. (Sayın Adnan Oktar’ın Kanal 35, TV Kayseri ve Kanal Avrupa’daki Canlı Röportajı, (7 Şubat 2010))

HİÇBİR ŞEYİN MÜMİNLERİ ADALETTEN ALIKOYMAMASI

Adalet, insanlar arasındaki anlaşmazlıklara çözüm getirirken hak sahibine tarafsız bir şekilde hakkını vermek anlamına gelir. Ancak Kuran ahlakını yaşamayan insanlar genelde tam ve kesin bir adalet anlayışıyla hareket etmezler. Karar verirken birçok dış etken onların kararlarını olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebilir. Örneğin hakkında karar vereceği insanlardan, kendisine daha yakın gördüğü kişinin lehine karar alabilir. Ya da menfaatine uygun gördüğü ve kendisine fayda sağlayacağını düşündüğü şekilde hüküm verebilir. Yani her türlü şahsi çıkar uğruna kararında adil olmayabilir. 

Ancak insanların adaletsizlikleri en çok, kin duydukları kişilere olan tavırlarında ortaya çıkar. Nefsi kaplayan bir kin duygusunda kişi, karşısındaki insan hakkında olumlu bir karar almakta zorlanabilir. Geçmişten gelen içinde sakladığı bir kin, karşı tarafta haklılık payı bile olsa bu haklılığı ortaya çıkarmasına izin vermeyebilir. Ya da kin duyduğu topluluk veya kişinin hakkına tecavüz ettirebilir. 

Bu nedenle Allah kinin adaleti engelleme yönüne özellikle dikkat çekmiş ve Müslümanları bu konuda uyarmıştır. 

Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Suresi, 8)

Ayetin emri gereği Müslümanlar yakınlık, menfaat, akrabalık bağı ya da kin gibi konular sebebiyle hiçbir zaman karşılarındaki kişi ya da topluluğa karşı adaletsizlik yapmazlar. Karşılarındaki kişinin inancı, düşüncesi, felsefesi ne olursa olsun, Müslümanların kendi inançlarına aykırı da olsa, bu onların bu topluluk hakkında doğru kararı almalarına engel değildir. Hiçbir zaman duygularına kapılarak hareket etmez ve akılcılıktan uzaklaşmazlar. Verecekleri hüküm kendi aleyhlerine bile olsa, doğruyu gizlemez ya da saptırmazlar.

MÜSLÜMANLARA MÜJDE VERMEK

Şüphesiz Biz seni, hak ile bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki, içinde bir uyarıcı gelip-geçmiş olmasın. (Fatır Suresi, 24)

Müslümanların uyarıcı olma özelliklerinin yanında müjde verici özellikleri de vardır. Çünkü Kuran insanlara hem bir uyarı hem de müjde olarak indirilmiştir.
Kuran'da güzel huylu insanlar için birçok müjde vardır. Bunların en önemlilerinden biri hiç kuşkusuz ki, güzel ahlak gösteren insanlar için hazırlanan cennettir. Allah insanların sabırlı, samimi, adaletli, güzel sözlü, tevazulu, güzel huylu olduklarında ahirette pek çok mükafatla karşılık göreceklerini bildirmiştir. Cennet, dünyayla kıyaslanmayacak kadar büyük bir sanata, zenginliğe ve ihtişama sahiptir. İnsanlar, evler, mekanlar, o güne kadar örneğine hiç rastlamadığımız şekilde en güzel halleriyle yaratılacaklardır. Manevi olarak da insanların dünyada hiç yaşamadığı kadar büyük bir mutluluk, sevinç ve ferahlık olacaktır. Allah cennet hakkında Kuran'da, daha birçok bilgi verir. Allah'ın cenneti Müslümanlara bu şekilde tarif etmesi ve detaylandırması Müslümanlar için büyük bir şevk ve heyecan kaynağıdır. 

Müslümanlar cenneti düşündükçe ahiret için çalışma ve hizmet etme istekleri daha da artar. Allah'ın yapılan hiçbir şeyi karşılıksız bırakmadığını ve en ufak bir iyiğilin karşılığının kat kat olduğunu bir kere daha düşünür ve daha büyük bir kararlılıkla Allah'a bağlanırlar. 
Allah'ın Müslümanlara, bir de dünyada verdiği karşılık vardır. Bunların da müjdesi Kuran'da verilmiştir. İslam ahlakının tüm dünyaya hakim olması, ahir zamanda Hz. İsa (as)'ın yeniden dünyaya gelmesi, Allah'ın verdiği kalp ferahlığı, iman etmeyenlere karşı mutlak galibiyet, mülke mirasçı kılması, güzel bir hayatla yaşatması gibi pek çok vaat, bu müjdeler arasındadır. Allah bunları Müslümanlara bir teşvik ve sevinç sebebi olması için ayetlerle bildirmiştir.  

Bu nedenle Müslümanların Kuran ile bildirilen bu konularda birbirlerine müjde vermeleri, önemli bir ibadettir. Müslümanların güçlenmesiyle, zenginleşmesiyle, başarılarıyla, ilerlemeleriyle ilgili ya da Müslümanlara Allah'ın nasıl yardım ettiği, Allah'ın nasıl koruduğu ve nasıl zaferler verdiği ile ilgili müjdeler, inananların güçlenmesine sebep olurken, münafıkların ve kafirlerin ise yılgınlığının artmasına sebep olacaktır. Bu nedenle Allah peygamberlerini "uyarıcı" olmalarının yanı sıra, "müjde vericiler" olarak da tanımlar. 

"İNŞAALLAH" DEMEK 

Allah insanları zamana ve mekana bağımlı olarak yaratmıştır. Ancak Allah, zamanı ve mekanı zaten Kendisi yarattığı için bunlardan münezzehtir. Ve ikisini de dört bir yandan sarıp kuşatandır. İnsan yaratılışı gereği zamanın ve mekanın içinde yaşamak zorundadır. Hiçbir zaman, hiçbir şekilde bu durumunu değiştiremez. Ancak Allah zamanı ve mekanı hem içten hem de dıştan görür ve kontrolü altında bulundurur. 

Bu şu demektir: Allah insanın yaşadığı hayatın başını, sonunu, ortasını aynı anda görür, bilir. Allah için kainatın ilk başlangıç anıyla, kainatın sonu olan kıyamet saati arasında hiçbir zaman farkı yoktur. İnsan için bu arada çok uzun bir zaman farkı vardır. Ancak bizim otuz santimlik bir cetvele baktığımızda başıyla sonunu aynı anda görmemiz gibi, Allah da kainatın başlangıcını ve sonunu aynı anda bilme ve görme gücüne sahiptir. 
Bu nedenle insanların geçmişleri, o anları ve gelecekleri Allah Katında belirlenmiş bir yazgıdır. Allah bunu bize Kuran'da kader kavramı ile açıklamıştır. İnsan hiçbir şekilde bu kaderin dışına çıkamaz. Kısaca insanın geleceği ancak Allah'ın belirlediği şekilde gerçekleşir. Bu nedenle Allah insanların gelecekte yapacakları işler hakkında konuşurken "İnşaAllah" demelerini bildirmiştir. Çünkü insan ne planlarsa planlasın sonuçta Allah'ın dilediğinin dışında hiçbir şey gerçekleşmeyecektir. Bu nedenle Müslümanlar gayb içinde yalnızca Allah'ın dilediklerinin gerçekleşeceğine iman ettikleri için, bir dakika sonrası için bile olsa hiçbir şekilde kesin bir dille konuşmaz ve muhakkak sözlerini Allah'ın dilemesiyle anlamına gelen "İnşaAllah" diyerek bitirirler.


Hiçbir şey hakkında: "Ben bunu yarın mutlaka yapacağım" deme. Ancak: "Allah dilerse" (inşaAllah yapacağım de)... (Kehf Suresi, 23-24)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder