18 Kasım 2015 Çarşamba

KISKANÇLIK VE HASETTEN SAKINMAK


İnsan iman etmekle diğer insanlardan çok daha üstün bir tavır içerisine girer. Fakat bu, onun imtihanının sona erdiği anlamına gelmez. Mümin de tüm insanlar gibi bir nefse sahiptir. 
Allah, imtihan ortamının bir gereği olarak, nefse fücurunu (kötü huylarını) ve ondan sakınmayı ilham ettiğini Kuran'da bildirmiştir. (Şems Suresi, 8) Kıskançlık, haset gibi negatif ahlak özellikleri de bu "fücurlar" arasında yer alır ve bütün insanların nefslerinde vardır:

... Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve sakınırsanız, şüphesiz, Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 128)

Kıskançlık, kibir ve enaniyet, nefse cahilce ilahlık vermenin (Allah'ı tenzih ederiz) bir sonucudur. Bu yüzden şeytanın en karakteristik özelliğidir. İblis'in, Allah'a isyan edip inkarcılardan olmasının altında yatan sebep de, enaniyeti yüzünden Allah'ın Hz. Adem (as)'a verdiği üstünlüğü kıskanmasıdır.

Şeytanın bu vasfı, onun izinden giden müşrikler ve münafıklar üzerinde de çok yoğun bir şekilde tecelli eder. Kıskançlık müşriklerde günden güne artarak daha ileri bir safha olan hasete dönüşür. Bütün hareket ve davranışlarına nüfuz eder. Şeytanın insanlar arasındaki temsilcisi haline gelir. Bu yüzden Allah hasetçilerin kötülüklerinden korunmaları için müminlerin Kendisi'ne sığınmalarını bildirmiştir:

Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? Doğrusu Biz, İbrahim ailesine Kitabı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk de verdik. (Nisa Suresi, 54)

Müminler, nefislerine imtihan maksadıyla ilham olunan bu tür kötü huylardan sakınmak için sürekli mücadele eder, nefislerini arındırıp temizlerler. Mümin, kıskançlık hissine sebep olacak her türlü olay karşısında Kuran'a uygun bir tutum ve davranış sergiler. Yani, herşeyin Allah'a ait olduğunu, herşeyin Allah'ın dilemesi ile gerçekleştiğini, Allah'ın dilediğini seçtiğini, dilediğine dilediği nimeti verdiğini, seçimin ve kararın yalnızca O'na ait olduğunu bilir. Rabbimiz'in herşeyi en güzel ve en hayırlı şekilde yarattığını, dünyada verilen her türlü nimetin insanlar için bir deneme vesilesi olduğunu, varılacak gerçek yurdun ahiret olduğunu, Allah Katında değer ölçüsünün takva ile olduğunu kalbine yerleştirmiş bir biçimde hareket eder. 

Kıskançlık, kibir ve enaniyet, nefse ilahlık vermenin doğal bir sonucudur. Bu yüzden şeytanın en karakteristik özelliğidir. İblis'in, Allah'a isyan edip inkarcılardan olmasının altında yatan sebep de, enaniyeti yüzünden Hz. Adem (as)'ın üstünlüğünü kıskanmasıdır. 
Şeytanın bu vasfı, onun izinden giden müşrikler ve münafıklar üzerinde de çok yoğun bir şekilde tecelli eder. Kıskançlık müşriklerde günden güne artarak daha ileri bir safha olan hasete dönüşür. Bütün hareket ve davranışlarına nüfuz eder. Şeytanın insanlar arasındaki temsilcisi haline gelir. Bu yüzden Allah hasetçilerin kötülüklerinden korunmaları için müminlerin Kendisi'ne sığınmalarını bildirmiştir:

De ki: "Sabahın Rabbine sığınırım..." (Felak Suresi, 1)

Hased ettiği zaman, hasetçinin şerrinden. (Felak Suresi, 5)

SELAM VERİLDİĞİNDE AYNISIYLA VEYA DAHA FAZLASIYLA KARŞILIK VERMEK

Selam vermek müminlerin birbirlerine en güzel dilek ve temennilerini sunma şekillerinden biridir. Cennete girerken müminler selamla karşılanırlar, cennette de birbirleriyle selamlaşırlar. Selam verilen bir kişinin o selama daha güzeliyle veya aynısıyla karşılık vermesi farzdır:

Bir selamla selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin. Şüphesiz, Allah herşeyin hesabını tam olarak yapandır. (Nisa Suresi, 86)

Cahiliyenin kötü ahlak modelinde, verilen bir selamı almamak, duymazdan gelmek gibi tavırlar karşı tarafa bir üstünlük gösterisi olarak yapılır. Sosyal statü olarak kendinden daha küçük gördüğü kimseleri ezmek, haddini bildirmek gibi çirkin niyetlerle bu tarz davranışlara sık sık başvurulur. İslam'da ise müminler arasında bu tarz bir üstünlük anlayışı, değerlendirme modeli kesinlikle yoktur. Konumu ne olursa olsun, kendisine verilen bir selamı almak her mümin için Kuran'da bildirilen bir emirdir. 

EVLERE GİRİLDİĞİNDE SELAM VERMEK

Kuran'da, hayatın her anında, en küçüğünden en büyüğüne kadar her olayda Allah ile kesintisiz bir bağlantı içerisinde olmaya ve sürekli olarak ahireti anmaya yönelik bir iman anlayışı tarif edilir. Yine Kuran'da, peygamberlerden örnek verilirken birçok yerde onların her durumda Allah'a yönelip dönen ve ahiret yurdunu anan üstün ahlaklı kimseler olduklarından bahsedilir. Belirli bazı olaylarda Allah'ı ve ahireti hatırlayıp da, günlük hayatta her gün karşılaşılan olaylarda gaflet içinde bulunmak gibi bir anlayış Kuran ahlakına tamamen aykırıdır. Müminin her anı, içinde bulunduğu her durum, yaptığı her iş, yaşadığı her olay, onun Allah'a yakınlaşması, ahlakını güzelleştirmesi, ecrini arttırması için verilmiş bir fırsattır. Kuran'da müminin hayatının her anında bunu nasıl gerçekleştirebileceğine dair pek çok örnek verilmiştir. İşte bunlardan biri de müminlerin evlere girerken selam vererek güzel ahlak göstermesidir:

... Evlere girdiğiniz vakit, Allah tarafından kutlu, güzel bir yaşama dileği olarak birbirinize selam verin. İşte Allah, size ayetleri böyle açıklar, umulur ki aklınızı kullanırsınız. (Nur Suresi, 61)

Rabbimiz, müminlerin evlere girdikleri zaman birbirlerine selam vermelerini, ancak bunu yaparken birbirlerine kutlu, yani kutsal ve güzel yaşama dileğiyle, Kuran'a ve dine uygun yaşama dileğiyle selam vermeye niyet etmeleri gerektiğini hatırlatmıştır. Bu yüzden selamın niyetine dikkat edilmesi de çok önemlidir. 

Müminler bibirleriyle karşılaştıklarında da Yüce Allah'tan bir rahmet ve esenlik dilerler. Kendisine selam veren her kim olursa olsun selamı alırlar ve ona daha güzel bir şekilde karşılık verirler. Müminin bu tutumu, Kuran ahlakının insanlar arasındaki sosyal ilişkilere getirdiği güzelliklerden biridir. Selam ile, birbirini tanımayan insanlar arasında bir muhabbet, sıcaklık ve yakınlık kurulmuş olur. Bu ahlakın yaşanmasıyla, cahiliye toplumlarında yaşanan gergin, hürmet ve saygının gösterilmediği ortamlar Müslümanların bulunduğu yerlerde hiç bir şekilde oluşmaz. 

Ayette bildirildiği gibi akıl kullanılır ve bu sözün anlamı tefekkür edilirse verilen selamla şu ibadetler gerçekleşmiş olur: En önemlisi Allah'ın ayetle farz kıldığı bir hüküm yerine getirilmiş olur. Bununla birlikte Allah'ın barış ve esenlik veren anlamındaki "Selam" ismi anılır. Müminler böyle bir vesileyle sık sık birbirlerine en güzel dilekte bulunup karşılıklı sevgi ve bağlılıklarını pekiştirirler. Birlikte Allah'ı anmış olurlar ve bir cennet tavrı olan selamlaşmayla ahirete duydukları özlemi ifade ederler. Selam sözü, aralarındaki güvenilirlik ve esenliğin de bir ifadesi olur.

SAYIN ADNAN OKTAR’IN KURAN AHLAKINDA SELAM VERMENİN ÖNEMİ İLE İLGİLİ AÇIKLAMALARI

Selam Vermenin Önemi

“Selamı yaymak sevgiyi, saygıyı arttırır. Ben dışarı çıkıyorum, kimse kimseye selam vermiyor. Allah’a çok şükür köylerde, kasabalarda o devam ediyor. Tabii tanıdıkları için birbirlerine selam veriyorlar. Ama şehirlerde bu yok. Bu çok ürkütücü. Dostluk, sevgi ve kardeşliğin çok yayılması lazım. Mesela tenha bir sokaktan geçerken “selamün aleyküm” dersin, “aleyküm selam” der. O ne demektir, “ben güvenilir bir insanım sen de güvenilir bir insansın, benden sana zarar gelmez, senden de bana zarar gelmez”. Bir huzur verir bu. Adamın kim olduğu belli değil, karşıdan karanlık bir gölge geliyor. Mesela, bir genç kız, çocuk tedirgin olur. Yahut bir delikanlı olsa da tedirgin olur. Gaspçı da çıkabiliyor, hırsız da çıkabiliyor, psikopat çıkabiliyor, ne olacağı belli değil. Ama selam yayılmış olsa bu tamamen ortadan kalkar, sevecenlik, sevgi ortamı olsa, işte intiharların kökeninde de bunlar var.” (Sayın Adnan Oktar’ın 17 Kasım 2009 tarihinde Mavi Karadeniz ve Ekintürk TV’de canlı olarak yayınlanan röportajından)

“Toplum İçinde Selam Vermekten Çekinilmesi Şeytanın Bir Oyunudur”


“Kuşku duyan, birbirinden nefret eden, korkuyla yaşayan bir toplum özlemi içerisinde şeytan bir politika uyguluyor. Bu oyuna hiç kimse gelmesin. Kardeşim dışarı çıkın, gözünü kim yerden kaldırabiliyor? Böyle hayat olur mu? Gözünü yerden kaldıramıyor adamlar. Bakamıyor yüzüne. Sen görüyor musun dışarıda birbirinin yüzüne bakabilen insan? Çok nadir. Selam veren birbirine, yani mümkün mü? Nerede selam vermek! Selam versen, arkasını döne döne bakar, ne oluyor falan diye böyle. Çok özür dilerim diyor, niçin, nereden icap etti diyor, değil mi? Yani merhaba diyemiyorsun. Güler yüz mesela, güler yüz göstersen, adam bön bön bakıyor, dehşete düşüyor yani. Hatta bir de takip de ediyor, bir şey mi oldu acaba ya diyor, ajan majan mı bunlar diyor. Yani delice bir paranoya var bir kısmında. Mesela bir iltifat mümkün değil, tabii. Mesela arabası güzel olsa, desen ki araban çok güzel, adam için çok tehlikeli bir konum meydana geliyor yani.” (Sayın Adnan Oktar’ın 17 Şubat 2010 tarihinde TV Kayseri’de canlı olarak yayınlanan röportajından)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder